Bir çocuk; hakettiği ilgi ve sevgiden yoksun büyümüşse, henüz toprağı havalandırılmamış buğday tanesi acizliğindeyken, başak veremeyen tohum gibi ruhu hep askıda kalır.
Küçücük yüreğinin susuzluğunu da ihtiyacı olduğunda, onu sevmesi gereken kökleri özden değil, yarım yamalak yağmurlarla vermişse, olur olmadık zamanlarda; öfke biriktirir sadece benliğinde. Hep bir bahane bulur sevgisiz toprağının haklılığına gerçi. Zamana karşı çok acılar biriktirir ceplerinde, de canına can katacak “öz”e ulaşamaz kolay kolay. Yaşama karşı tanımlayamadığı öfkesi, içine içine akar. Ve daha sonra ömrünün devamında seveceklerine akıtır askıdaki ruhunun eksikliklerini.
Çünkü insan; çocukluğu uzaklaştıkça masumiyetini ve merak etme hissini kaybediyor. Olaylara tek yönlü bakma yetisi ediniyor sanki. Yüreği hissizleşip, beyni sabitleşiyor. Israrla aynı hataları yapması da bundan olsa gerek. Bakışlarını, sabitlediği noktadan bir kaydırabilse, farklılaşacak ama sanırım buna da hayatın rutini izin vermiyor. Bir erkek için, bu karabasandan kurtulmanın tek yolu; onu çok seven bir kadından geçer. Kadın için ise, bir yüreği olduğunu fark edebilmiş bir adamdan. Çünkü kadın erkek tüm insanları olgunlaştıran; yaşı değil, yaşadıkları değil, yaşadıklarından çıkardığı tecrübeler de değil, yaşadıklarından çıkardığı tecrübeleri; yaşamında cinsiyet üzerinden değil; “insan” olabilerek ve kalabilerek kullanabilme idrakidir.