İnsanın zor zamanları olur.
Aç kalır, bir lokma ekmeğe muhtaç olur.
Evsiz kalır, başını sokacağı bir çadır arar.
Kışın ısınacak bir yuva bulamaz, sokaklarda sabahlar, üzerine atılacak bir battaniye onun için rahmet eli olur.
Savaşın içine düşer, yıkılmış evlerin arasından elini tutacak bir kurtarıcı bekler.
Mülteci kamplarında bir tas çorba can suyu haline gelir.
Zor zamanı bitmez insanoğlunun.
İnsanoğlunun da zor zamanı bitmiyor, İslam’ın çocuklarının da...
Dünyaya baktığınızda acıları görürsünüz, İslam coğrafyasına baktığınızda görürsünüz perişanlıkları.
Modern Batı ülkelerinin sokaklarında uyuşturucu bağımlısı bir gencin sürünüşü, ya da Myanmar’da Budist zulmünün gadrine uğramış kadın, çocuk, yaşlı Müslümanların kamplarda yaşadıkları, insanoğlunun yaşadığı dramların farklı görüntüleridir.
21’inci yüzyılda bir yandan çöpe dökülen tonlarca ekmeğin yanında açlıktan ölen milyonlarca insanın bulunduğunu bilmek acılar yanında insani vurdumduymazlığı da gündeme taşıyor.
Böyle bir noktada “Müslüman ve Merhamet” diye bir denklem özel bir önem kazanıyor.
Bu sayımızda kendileriyle Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı üzerine görüştüğümüz muhterem Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin “Müslüman ve Merhamet” sizin için ne ifade ediyor?” diye sorduğumuzda ifadesi bu oldu:
-Lâzım-ı gayrı mufarık. Ayrılmaz unsur.
Müslümanın ayrılmaz vasfı merhamet.
Gönlünü Rahmân ve Rahîm’e raptetmiş insan Müslüman.
“Komşusu açken tok sabahlayan bizden değildir” gibi bir ölçü koyan Allah Rasulü’nün terbiyesinden geçmiş insan.
Ne denir?
Böyle olmalı Müslüman.
Çok şey söylenebilir hiç şüphesiz Müslüman’ın “rahmet insanı” olması noktasında.
“Müslümanın yufka yüreği” dediğimiz şeyin, İslam’ın dışındaki dünyada bile bir karşılığı var.
Ama şu an İslâm dünyası dediğimiz dünyada, birbirini duymayan, görmeyen insanların bir arada yaşadığı da bir gerçek. Güçlüler var, zayıflar, ezilenler var. Toklar, toklar var, açlar, acından ölenler var. Kâşânelerde yaşayanlar var, evsizler var. Yüz tane ayakkabısı olan var, ayağında ayakkabı olmayanlar var.
Bir dönem gelmiş, rahmet iklimi o kadar yayılmış ki, zekât verilecek insan bulunamamış.
Kenar-ı Diclede bir kurt, aşırsa bir koyunu gelir de adl-i ilahi Ömer’den sorar onu, denilen adalet zamanları yaşanmış.
Kapağımızda Hazreti Mevlânâ’nın bir sözü var:
Şems bana şunu öğretti: “Dünyada bir kişi üşüyorsa ısınmaya hakkın yok.”
Bu söz söylenmiş.
Eb’ül Hasan Harakanî bir başka yaman söz söylemiş:
“Horasan’dan Kudüs’e kadar bir kimsenin ayağına taş değse, diken batarsa benim canım acımalı.”
Bu, işte Müslüman yüreği.
Dili söylediğinde kalbi yalanlamayanların yüreği.
Bu çağa bu Müslüman yüreği lâzım. Önce İslâm coğrafyasında her bir Müslümana Müslüman yüreği lâzım. Ne diyelim, Rabbimiz böyle bir kalb kıvamı için yardımını esirgemesin.
Sizleri Altınoluk’la başbaşa bırakıyor, saygılar sunuyoruz. Allah’a emanet olunuz.