Allah Rasûlü, cehaletin koyu karanlıklarında boğulmak üzere olan bir coğrafyaya “Lâilâhe illallah” cümlesi ile geldi. Bu cümleyi ilk duyan bir bedevi “demek dünyayı karşılarına alacaklar” demişti. O cümle ile yola çıkan hakikaten dünyayı karşısına aldı. O cümle dünyayı aldı, bambaşka bir dünya yaptı. Ne dünya ve ne içindekiler, o cümleden sonra aynı kalamadı. Bugün çağdaş cahiliyeden bahsediyorsak, o cümle ile dirilmişlerin azlığındandır.
Tasavvuf, “Muhammed’ür rasûlullah” mektebinde talim edilen, bir “Lâilâhe illallah” tatbikatıdır; bu cümle ile dirilmek, içindeki düşmanı alt etmek ve bu cümle ile hayatın üzerine yürümenin usul ve âdâbıdır. Dinin maksadı insanı kendi hakikatine erdirmekse, tasavvuf bunu tevhidi tattırarak yapar. O tat, dünyadaki cennetin tadıdır. Allah’tan başka hiç kimseye kul olmamak ve hakiki hürriyeti bulmak bu ulvi yolladır. Var oluşun ve varlıklar içinde yerini bulmanın muhteşem idraki ancak tasavvufla mümkündür. Bu, çağdaş insanın bir ömür peşinde koşup da bulmaya çalıştığı fıtrî yaşama sanatıdır.
Tasavvuf, cenneti arayan çağımız insanına, dünyadaki cenneti işaret ediyor. Dünyadaki cennete, kalbi merkeze alarak yaşamayı başaranlar erebilir. Cennete lâyık kalbin ismi selim kalptir. Selim kalp, kimseyle derdi olmayan, derdi sadece Hakkın rızası olan kalptir. Selim kalp bir seviyedir; incitmemekle açılan bir yolda incinmemekle kemâlini bulur ki ana gıdası sevgidir. Tasavvuf çağın insanına sonu ebedi saadete açılan bir sevgi iklimi öneriyor.
Tasavvufun söylediği İslam’ın söylediğinden başkası değildir. O söz iki dünyada kurtuluşun adresi Muhammedî hakikatin sözüdür. “Lâilâhe illallah Muhammed’ür rasûlullah” diyen kurtulmuştur. Bu çağrı içimizdeki ve dışımızdaki putları yıkmayı ve bu şekilde arınmayı ihtiva ediyor. Bunun yolu olarak da hakikat, merhamet ve muhabbetin her zaman ve zemindeki adresi Rasûlullah Efendimiz’i gösteriyor. O Fahr-i Âlem ferdiyet sırrını bulan yegâne insandır. Bu anlamda da çağın insanının tek ümididir. Aziz Mahmud Hüdâyî Hz.lerinin dediği gibi: “Açan râh-ı tevhidi/Bulan sırr-ı tefrîdi/Hüdâyî’nin ümidi/Sensin ya Râsûlallah.”
Elinizdeki sayıda bu bakış açısı ile tasavvufun çağa ne söyleyebileceğini soruşturduk. Doğrusu tasavvufu bir okul olarak önemseyenlerin bu sayıdan istifade edeceklerini ve aslında ne kadar büyük bir mesuliyetimiz olduğunu göreceklerini ümit ediyoruz. Mevlâmızdan sadrımıza genişlik, nefesimize dirilik niyaz ediyor, çağa ulaşması gereken ilahi çağrıda sözümüzü ve dergimizi istihdam şerefi ile şereflendirmesini diliyoruz. Bir sonraki sayıda buluşmak temennisi ile hepinizi Allah’a emanet ederiz.