Bütün gece Murat’ın gözüne uyku girmedi. Yatağına uzanmış, pencereden aya bakarak bin bir şey düşündü. Namusunu hiçe sayan on beş yaşında bir kıza karşı ödevini yapmış dürüst bir insanın yürek rahatlığı yoktu içinde; tersine, kendini suçlu, duygusuz, alçak bir insan görüyordu. Kollarında sıktığı genç kızın kadınca, aşk dolu kokusunu, yalvarışlarını, gözyaşlarını bir türlü uzaklaştıramıyordu kendinden. Güllü’ye hak veriyordu. Tıbbiyenin nemli, ölüm sinmiş mahzenlerinde birçok insanca yetkinliklerini yitirmiş olmalıydı... Damarlarında gençlik kanı dolaşan hangi erkek Menekşe’ye karşı kendisi kadar duygusuz kalabilirdi? Gençlik aklın, mantığın yüksek duvarlarına tırmanıp aşan bir duygu coşkunluğu demekti. Menekşe yaşının hakkını vermişti. Erkek kadar yürekli, kanının, kalbinin çağırışlarını duymuş, gururunu çiğnemiş, sevdiği adama kendini vermeye gelmişti... Oysa kendisi korkak, hilekâr, kaypak, onu reddetmişti. Genç, güzel, yüreği ılık ılık sevgi dolu kıza sahip çıkmaya cesaret edemediği için anasının hakları arkasına, toplum kanunlarına saygıya, Osman Ağa’nın yergilerine sığınmıştı.
Başka Olur Ağaların Düğünü’nde Kemal Bilbaşar, inançlar, gelenekler, töreler, hayat görüşleri, çatışan çıkarlar, nedenler/sonuçlar arasında gelişen olayları gelenekçi bir anlayışla, yerli renklerle bezenmiş betimlemelerle ortaya koyuyor; kasaba ve köy yaşayışını folklordan da yararlanarak masalsı bir dille anlatıyor.