Muhterem Okuyucularımız
Ramazan-ı Şerîf Ayının son günlerine ve Ramazan Bayramı’na ulaşmış durumdayız. Rabbimiz, cümlemize Ramazan’dan mağfiret olunmuş bir şekilde çıkmayı ve ilâhî rızaya kavuşmanın bayramını yaşamayı nasip etsin.
Dünya, özü itibariyle bir oyun ve eğlenceden ibaret… İnsanları meşgul eden pek çok bâdiresi, derdi, tasası, güzellikleri, zevki ve eğlencesi var. Ömür kısa, hayat çabucak geçiyor; bilhassa kıyamet yaklaştıkça…
Diğer taraftan eş ve çocuklarımız birer “fitne”, yani imtihan sebebi… Aslında hepimiz birbirimizle imtihan oluyoruz, hem de her an…
Âilemiz, aynı zamanda bize Cenâb-ı Hakk’ın emâneti… Onları tabiî ihtiyaç ve meyillerine göre keşfetmek, yetiştirmek, yönlendirmek, olgunlaştırmak ve topyekûn Allâh’a kulluk şuuruyla donanmak; üzerimize yüklenmiş büyük bir sorumluluk ve ağır bir vazife…
Bu eğitim ve öğretim süreci, her zaman katı kalıplarla, kalın kitaplarla, soğuk bir hoca-öğrenci münasebetiyle ve sınıf ortamında olmuyor. Aslında okullarda uygulanan bu tür bir eğitim, hayatın içindeki eğitimin kısa ve soluk bir parçası… En büyük terbiye, Rabbü’l-Âlemîn eliyle, dünyanın binbir türlü imtihanıyla her an devam ediyor.
İşte kendisi öz olarak bir oyun ve eğlenceden ibaret olan dünyada, insanın bilhassa ilk çağlarında yoğun bir şekilde hayatı öğrenme mekânı ve imkânıdır, oyunlar… Anne-baba ve eğitimciler; oyunun eğitime katkısını keşfedip değerlendirebildiği nisbette, çocuklarını “hayatın içinde” ve “yormadan” eğitme imkânına sahip olurlar.
Aslında oyun ve eğlenceler, hayatın stres, zorluk ve musibetlerinde, insanın bir teneffüs sahasıdır. Bütün ömrün bir oyun ve eğlence laubâliliğine ve başıboşluğuna düşmemesi şartıyla, hayatın belli dönemlerinde hepimizin az-çok rahatlamaya, tabiri câizse vites düşürmeye ihtiyacımız vardır. Böyle zamanlarda da dinimiz, hayatın her sahasında koyduğu ölçü ve sınırlar gibi, oyun ve eğlence dünyasına da ölçü ve sınırlar koymuş, onu insana yakışacak şekilde tertip etmiştir.
İnsanın en büyük sermayesi olan “zamanı” hoyratça ve beyhude şekilde kullanmadan, helâl-haram sınırlarına riâyet ederek, hattâ ileride karşısına çıkacak düşman saldırı ve tecavüzlerine hazırlık mahiyetindeki oyun ve eğlenceler yasaklanmak bir tarafa teşvik edilmiş. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek hayatında da, asr-ı saadetin güzel ikliminde de bu hususta kâfî miktarda misal bulmak mümkün…
Öyleyse insanı hayattan ve toplumdan koparmayan, kulluk vazifelerini ihmal etmesine sebep olmayan, daha büyük sorumluluk ve vazifeleri îfa etmek için bir “dinlenme” ve “yenilenme” imkânı tanıyan, israftan ve kul hakkından uzak her türlü oyun ve eğlence, dinimizin tasvip ettiği eğlence statüsündedir.
Bu mânâda İslâm, hayattan ve insan gerçeklerinden kopuk, realiteden uzak, soğuk, acımasız, kuru bir kalıptan ibaret değildir. Bilakis o, insanı rahatlatan, güldüren, huzur ve saadete kavuşturan; bunu yaparken de başkalarına zarar vermeyen yegâne dindir.
Başka bir ifadeyle o ayakları yere basan, ama ufku kucaklayan bir dindir. Realiteden kopmayan, ama ideal uğruna yaşamayı öğretip hedefleyen yüce bir dâvâdır.
Rabbimiz, bizleri de sevincini ve üzüntüsünü “hakça” yaşayan güzel kullarından eylesin. Gelecek sayıda buluşuncaya dek, Allâh’a emanet olunuz.