Sevgili Arkadaşlar,
Buğday ile insan ne kadar birbirine benziyor, hiç düşündünüz mü? Bu soru da nereden çıktı diyorsanız beraber düşünelim isterseniz. Buğday ekildikten sonra üzeri toprakla örtülür. Orada günlerce bekler. Biz de annemizin karnında aylarca bekleriz. Zamanı gelince buğday da biz de gün yüzüne çıkarız.
Kıymetli Dostlar,
Buğday toprağın üzerinde yeşerir ama çok zayıftır. En hafif rüzgâr bile onu sağa sola yatırır. Biz de bebekken öyle değil miyiz? Anne ve babamız olmasa hâlimiz nice olurdu? Ekin gibi biz de büyümek isteriz. Bir yürüsek, bir konuşsak dünyalar bizim olacak. Zaman niye yavaş ilerliyor sanki? Rüzgâr gibi esse, seller gibi aksa ne güzel olur.
Aziz Kardeşler,
Sabredince bizim de ekinlerin de istediği olur. Nisan yağmurlarıyla ekinler bayağı büyümüştür. Biz de bebeklikten çocukluğa; çocukluktan gençliğe adım atmışızdır. Hayat daha güzel, günler daha renkli geçmektedir. Sabreden derviş, biraz da olsa muradına ermiştir. İnsanın ve canlıların isteği bitmez ki! Buğday başağa durmak, bizler de delikanlı olmak isteriz. İşimiz, gücümüz, mevki ve makamımız olsun isteriz.
Sevgili Evlatlar,
Mayıs yağmurlarıyla buğday başakları olgunlaşır. Biz de hayata atılmış oluruz. Demek ki atalarımız doğru söylemiş: “Nisan yağar sap olur, mayıs yağar çeç (tahıl) olur. Yani nisanda olgunlaşan başakların taneleri mayıs yağmurları ile büyür, tahıl haline gelir.” Tabii ekinlerin bir de biçilme vakti var. Onlar biçilsin bize ekmek olsunlar ama Allah gençlerimizi esirgesin. Yunus üstadımız ne diyordu? Şu dünyada bir nesneye Yanar içim, göynür özüm. Yiğit iken ölenlere Göğ ekini biçmiş gibi. Anne ve babalar çocukları için boşuna dua etmiyorlar: “Allah bizim ömrümüzden alsın da sizlere versin!” diye.