Yer İstanbul. Kalabalık bir semt çarşısı. Çarşının işlek bir köşesinde bedava kitap dağıtan bir stant. Dağıtılan kitap Âlemlere Rahmet Efendimizle alakalı. Standın başındaki vazifeli ilgililere elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyor. Bir ara oradan geçen bir bayan soruyor: “Ne yapıyorsunuz burada?” Vazifeli cevap veriyor: “Peygamber Efendimizle ilgili bir kitap dağıtıyoruz.” Kadın stanttaki kitaplara bakarak dudak büküyor: “Ha şu çok evlenen adam mı?” O anda bir yerlere bir ateş düşüyor. Bu ateşin bir kısmının stantta duran o vazifelinin yüreğine düştüğünü tahmin edebiliriz, çünkü neresinden çıktığını bilemediği bir ses ve acı bir tebessümle kadına o anda şunu söylüyor: “Hanımefendi müsaadeniz olursa şu çok evlenen adamı birazcık anlatmak isterim size.” Kadın razı oluyor ve yarım saat kadar dinliyor stanttaki o vazifeliyi. Yarım saat sonra ayrılırken stanttaki ziyaretçi defterine şunları yazıyor: “Ya Rasûlallah, keşke senin zamanında yaşasaydım da seninle evlenmek için can atan o hanımlardan birisi de ben olsaydım…”
Ne anlattı acaba o vazifeli? Ne anlattı ki o ters bakışın sahibi kalbi aldı bir seven kalbine çevirebildi kısa bir zaman içerisinde? O gencin ne anlattığının çok önemli olmadığını şuradan çıkarabiliriz ki sonuçta siyer kitaplarının yazdıkları bellidir. Özellikle o hanımın merakı çerçevesinde anlatılacaklar da üç aşağı beş yukarı tahmin edilebilir. Ama o gencin anlattıklarını nasıl kendisinin yaptığı, Peygamberini kalbine nasıl nakşettiği merak edilmesi gereken, işte budur. Acaba o genç, Peygamber Efendimizi kalbinde nasıl yaşıyor, nasıl temsil ediyor ve O’ndan bahsederken ne hissediyordu? Kalbini O’nun sevgisi ile diriltmiş birisinin söylediği her söz muhakkak kalbinden çıkacaktır. Kalpten çıkan ise gider muhatabının kalbini bulur. Bulmakla da kalmaz, istidadı ve nasibi varsa alır kendisi gibi yapar. Rasûlullâh Efendimizi ne kadar okursak okuyalım, ne kadar müzakere edersek edelim, eğer O’nu kalbimizle yaşamaz, tatmaz ve hissetmezsek edindiğimiz bilgilerin semeresini göremeyiz.
Bu hadiseden çıkartılabilecek bir başka soru da şudur: Bizim böyle 15-20 dakikalık bir zaman dilimi içerisinde Peygamberimize dair söyleyeceklerimiz ne olabilirdi acaba? Öyle ya, biz de böyle bir hâdise ile karşılaşabiliriz. O’nu tanımadan, tanıdıklarımızı yeni tabiri ile içselleştirmeden karşımızdakine anlatacak bir şeyimiz olmayacak. O’nu tanımak ve içselleştirmek ise O’nun hayatına dair yapacağımız bir tefekkür yolculuğu ile başlayacak. O’nun yaşadığı her hadiseyi, aktardığı her hikâyeyi, O’ndan aktarılan her hadisi, sünnetini ve hayatının her safahatını, acaba hangi boyutu ile bizi, nereden yakalıyor şeklindeki bir merak ile yeniden ele almamız gerekiyor.
İşte bu kitap tam da böyle bir merak ve gayret ile ortaya konmuş yazılardan oluşuyor. Genç Peygamber ve Genç Dostları, GENÇ Dergimizin bir kapağının ifadeleriydi. Sonradan bu ifadeler Anadolu’da birçok yerde yapılan konferanslara da isim ve ilham kaynağı oldu. Şimdi ise Peygamber Efendimizi gençliği ile anlamaya çalışan yazılardan oluşan elinizdeki bu kitabın başlığını oluşturmaktadır.
Duamız odur ki Rabbimiz Rasûlullâh Efendimizi anlama ve O’nun halinden hisseler alma noktasındaki çabamızı hiç bitirmesin. Bu çaba olduğu müddetçe, O’na doğru yürüyüşümüz hiç kesilmeyecek. Bu ise her bereketin kaynağı olacak.
Çaba ve dua bizden, tevfik Rabbimizdendir.