Recep ayının içindeyiz, dileriz Şaban’ı da görmek nasip olur ve Ramazan’a ulaşırız. Recep, Şaban ve Ramazan, inanan insan için muhteşem bir üçlüdür, büyük bir bahttır, gündemler üstü gündemdir, güzelliğini hiç yitirmeyecek eşsiz heyecandır. İçinde bulunduğumuz bu “fırsat zamanları”nı değerlendirme adına birkaç teklifimiz olacak:
Kendimizle baş başa kalacağımız zamanlar oluşturalım. Kendimizi dinleyelim, kendimizi tanıyalım, kendimize eğilelim. Birçok şeyden haberi olduğu halde kendisini tanımayan insanlar iç huzuruna, bütünlüklü bir bakışa, nitelikli bir hayata zor nail oluyor. Çocukların bir kedi ya da martı gördüğünde hayret edip sevinçten gözlerinin açıldığı gibi, kendi hayatımızda, kendi üzerimizde cereyan eden mucizelere hayretle dikkat kesilelim.
Rabbimizle baş başa kalalım. Herkes, her şey geçici, fâni, insan da sonsuzluk yolcusu, Allah’la tanışmayan, Rabbiyle barışmayan bir kalp hüzünden kurtulamaz, dertlerine gerçek devayı bulamaz. İnançsızlığın karanlığından imanın aydınlığına, anlamsızlığın bataklığından mana deryasına dalmaktır İslam. Ve Allah ile kul arasındaki eşsiz yoldur. Sonsuz cömert olan Rabbimize karşı bizi aldatan ne varsa onunla ciddi bir şekilde hesaplaşmalıyız, sahte ilahların, heva ve heveslerin tutsaklığından kurtulmalıyız.
Bugün en büyük problemlerimizden biri de “hedefsizlik” problemidir, özellikle gençler arasında. Dünya inşa edilecek, ihya edilecek bir dünyadır, yapılacak iş çoktur. Amaçsızlığı, anlamsızlığı bir kenara bırakıp, inanç ateşiyle, çelik bir iradeyle iyilikte, hayırda koşturmalıyız. Canı sıkılan, morali bozuk, umudunu kaybetmiş ve içinden hiçbir şey yapma isteği gelmeyen genç kardeşlerime nitelikli çevrelere takılmalarını, kendilerine amaçsızlık ve anlamsızlık aşılayan tüm mekanları, tüm insanları terk etmelerini tavsiye ederim.
Sosyal medyaya ara verip tabiatın güzelliğine, varlığın ilahî diline dikkat kesilebilirsek, çok büyük iyilik etmiş oluruz kendimize. Göğün ihtişamını, seherin gizemini, çiçeklerin güzelliğini, hayvanların ibretlik hallerini doya doya seyretmediğimiz için bu denli kuru, yavan ve zevksiz kaldık, üç ayları fırsat bilip tabiatla esaslı bir ilişki kurabiliriz, kurmalıyız.
Kendi eksiklerimizi tamamlamak, inanç ateşiyle kalbi beslemek, salihlerden ayrılmamak ve hakkında yeterli bilgimizin olmadığı konularda tartışmaya girmemek yolumuzu açar, dünyamızı güzelleştirir.
Hangi pozisyonda ya da durumda olursak olalım, vaktimizi zâyi etmemek en büyük meselelerimizden biri olmalı. Boş muhabbetlerden, gereksiz tartışmalardan, seviyesiz konuşmalardan uzak duranlar, kötü arkadaşlarıyla arasına mesafe koyanlar çok şey kazanır. Genç yaşımızda değerimizi düşüren işlere ve insanlara “hayır” demeyi öğrenirsek, kendi adımıza en iyi yatırımlardan birini yapmış oluruz.
Hastalar, kimsesizler, garipler, fakirler, yetimler, muhacirler, mülteciler bize emanet. Onların duasını alabilmek, yüzlerini güldürebilmek, acılarına kardeş olabilmek hayatımızın en büyük kazançlarından biri olur, bencilliğimizin, hiçbir şeyden zevk almayan hayat tarzımızın en büyük ilacıdır bu insanların civarında dolaşmak. İnşallah bu anlamda da bir niyet düşer gönlümüze ve gönlümüzü âbad edecek salih ameller nasip olur.
Kurân’ı Kerim eşsiz bir kitaptır, kalbimizdeki tüm dertlere şifadır, yaşadığımız tüm sıkıntıların eşsiz reçetesini sunar insanlığa. Hayat düsturumuz olmalı, her fırsatta Kurân’ı Kerim’e odaklanıp, tefsirlerden ve meallerden istifade ederek sonsuz hikmetlerine dikkat kesilmeliyiz. Baştan sona, notlar alarak, sakin sakin, tefekkür ede ede okumalıyız ilahî kelamı. Öyle sevmeli ve öyle dalmalıyız ki bu rahmet denizine, gönlümüz gürül gürül yıkanmalı, içimiz açılmalı, kalplerimizde mutmainlik esintileri hissedilmeli. Üç aylarımızı, hayatımızın en kıymetli kitabı olan Kurân’ı Kerim’le hemhal bir şekilde geçirebilirsek, sahih bir akide, sağlam bir inanç ve salih amel şevki adına büyük kısmetler düşer bahtımıza, Allah nasip etsin...