Geçtiğimiz ay, bir konferans sonrası, genç bir kardeşim yanıma geldi ve şöyle bir soru sordu:
- Elinizde imkan olsa, geçmişi değiştirmek mi isterdiniz yoksa geleceği istediğiniz gibi şekillendirmeyi mi dilerdiniz?
Vakit dardı, soru da zordu. Tebessüm ettim, “bu soru üzerine düşüneyim, çok güzel bir soru ama hızlı bir cevap vermeyeyim, bakarsın yazarım dergide” dedim ve ayrıldım oradan.
Sahi, insanın elinde böyle bir imkan olsa, ne yapardı, hangisini tercih ederdi, merakla düşündüm.
Bir müddet sonra, ne geçmişi değiştirmek geldi içimden ne de geleceği şekillendirmek, hatırımda kalan şu sözlere gülümsedim: “Mâziyi tahattur ederek yâd etme, âtiyi hayal kurarak şâd etme, alacağın bir nefes, onu da berbâd etme.”
İnsanın elinde “ân” gibi büyük bir sermaye var, mazi, hâl ve istikbal şeklinde tasnif edebileceğimiz zaman periyotları arasında, aslında elimizdeki en büyük imkan da “ân”da mevcut. Ne geçmişi değiştirebilme kudretine malikiz ne de bulunduğumuz noktadan geleceği sadece dilemekle şekillendirebiliriz.
Her ânın hakkını vererek yaşama gayreti, hakikatte geçmişi ve geleceği kuşatan büyük bir hazinedir insan için. Çünkü ânın hakkını veren insan, her ân maziye sayısız güzelliği miras bırakıyor demektir. Aynı zamanda, ânın hakkını vermek demek, anbean geleceği en ideal biçimde şekillendirmenin de diğer adıdır. Ne ahlarımızla geçmiş değişecek, ne sadece temennilerle gelecek şekillenecek. Çünkü geçmiş ve gelecek, biz ne dersek diyelim ya da nasıl inanırsak inanalım, içinde bulunduğumuz şu ânın nasıl değerlendirildiğine göre tecelli etmeye devam edecek.
Medeniyetimizde, özellikle Tasavvuf literatüründe “ibnü’l vakt” şeklinde kullanılan, yani “vaktin çocuğu, zamanın oğlu” şeklinde bir tabir vardır. Nitelikli bir insan olma ufkunda önemli bir hedeftir bu; içinde bulunduğunuz zamanda, hatta “ânda”, hangi iş en değerli ise onu yapacaksınız. Tek bir nefesinizi bile zâyi etmeyeceksiniz mümkünse. Bu şuurla yaşama ve hayatın her ânını kıymetlendirme çabasında olabilirsek eğer, geçmişin de geleceğin de hakkını vermiş olacağız.
Dünyaya gelmenin bir de gitmesi var, gelme faslı bitti, nasıl, nerede ve ne zaman gideceğimiz ise meçhul. Bizi ebedî alemde mutlu ve mesut kılacak salih amellerle dolu ânlar biriktirebilirsek eğer, son kertede geçmişin hüznünden de geleceğin endişesinden de azade olacağız inşallah. Allah başarmamızı nasip etsin, amin.
***
Mâlumunuz Mayıs Fetih ayıdır, mazideki şanlı günleri yâd ederiz, aziz hatıralar geleceğe yürüyüşümüzde güç olur, moral olur, ufuk olur bizlere. Biz bu ay, günümüzün fatihleri sayılabilecek bilişim fedaileri üzerine, yani “beyaz hackerler” hakkında özel bir dosya hazırlamayı diledik. İçinde bulunduğumuz zamanın ve ânın gereğini yaptığını düşünen “modern ulubatlılar” ile görüştük. Meselenin birçok yönünü kâh uzmanlarla kâh gençlerle konuştuk. İçinde bulunduğumuz şu âna, şu zamana ilham olmasını dileriz.
***
Ramazan’a kavuşan herkese öncelikle büyük bir şükür düşer. Yeryüzünün en büyük bahtlarından biridir bu. Bu eşsiz ayın değerini bilenlerden, her ânını şükürle, fikirle, zikirle süsleyenlerden oluruz inşallah. İnananlar için, “iyiliklere koşuşurlar ve hayırda yarışırlar” buyuruyor Rabbimiz, Ramazan’ı çok ama çok kıymetli bir fırsat bilip iyilik için koşturmada ve hayırda yarışta öne geçenlere ne mutlu.
Her ânımızın değerini bilebilme duasıyla.
Haziran’da görüşmek üzere, muhabbetle.