Joseph Kessel’in 1928’de yazdığı, yayımlanmasıyla birlikte büyük bir skandala yol açan kült romanı Gündüz Güzeli, yazıldıkları dönemi aşıp zamana karşı durmayı başarmış edebiyat metinlerinin en başarılı örneklerinden biri.
Ünlü bir cerrahla evli genç ve güzel Séverine’in kocasına duyduğu aşka rağmen tensel haz arayışı içinde gündüzleri lüks bir randevuevinde fahişe, akşamları ise sevgi dolu bir eş olarak sürdürdüğü çifte yaşamının beklenmedik bir karşılaşma sonrasında altüst olmasının hikâyesinin anlatıldığı roman, Luis Buñuel’in romandan aynı adla uyarladığı unutulmaz film dolayısıyla sinema tarihinin de önemli bir parçası aslında.
Kessel’in romanın maruz kaldığı haksız ve sert eleştirilere cevaben, metnin sonunda dile getirdiği “insancıl vurgu” okura öyle başarıyla yansıtılmıştır ki, kitap yazıldığından bu yana edebiyat dünyasındaki yerini sağlamlaştırarak korumaya devam eder.
Gündüz Güzeli’nde benim yapmak istediğim, yürekle ten arasındaki korkunç uçurumu; gerçek, sonsuz ve sevecen bir aşkla bedensel isteklerin dizginlenemez dürtüleri arasındaki derin kopukluğu göstermekti. Uzun zaman seven her erkek, her kadın –kimi istisnalar dışında– bu çatışmayı benliğinde taşır. Bu duyumsanır ya da duyumsanmaz, açığa çıkar ya da uyuklar, ama vardır. Gündüz Güzeli’nin meselesi Séverine’in bedensel isteklerindeki sapıklık değil, bu sapıklıktan bağımsız olarak, onun kocası Pierre’e duyduğu sevgi ve bu sevginin acıklı yanıdır. Yazdığım kitaplar arasında hiç bu denli sevdiğim olmamıştır ve ben ona en insancıl vurguyu yerleştirmiş olduğuma inanıyorum. Séverine’e acıyan, onu seven yalnız ben mi olacağım acaba?