Orhan Bey, babasından devraldığı toprakları altı kat genişleterek 95 bin kilometrekareye çıkarmıştı. Kırk bin kişilik ordu kurmuş, beylikten devlete geçişin temellerini atmıştı. Pek çok alanda yeni uygulamalar başlatarak ilkler padişahı olmayı başarmıştı. Ancak artık çok yorulduğunu hissediyor, yaşlı ve yorgun ruhunu dinlendirmek istiyordu. Şehzade Murat’ı huzuruna çağırıp son öğütlerini tembihledikten sonra kuşlar gibi hafifledi. Devleti emin ellere teslim ettiğinin huzuru yüzüne ayrı bir dinginlik vermişti.
Orhan Bey, memnun bakışlarını uzaklara yöneltti. Şimdi mavi bakışlarında adı bilinmeyen kahramanlar canlanmıştı. Yiğit akıncılar, Tuna Nehri’nde atlarını suluyorlar, kanat takmış gibi koşan küheylanlarını çatlatırcasına uzak diyarlara sürüyorlardı. Hiç bir padişaha nasip olmayan diyarlar, hakimiyetleri altına giriyordu. Ak börklü bahadırların, doru atlarının toynakları altında kara kışlar bahara evriliyor, umut çiçekleri mazlumların yüzlerinde açıyordu. Osmanlı padişahlarının en uzun ömürlüsü olan Orhan Bey, bu yüce hakikati, o anda beylik sarayının odasındayken gönül gözüyle hissetmişti. Tebessüm etti. “Yolun açık olsun şehzadem!” dedi.