1884 yılında düzenlenen Berlin Konferansı’ndan beri oldukça problemli bir saha olarak Afrika kıtasında varlığını koruyan Batı Sahra bölgesi, Sahra Çölü’nün en batısında bulunmaktadır. Atlantik Okyanusu’na kıyısı bulunan bölgeyi kuzeyde Fas, doğu ve güneydoğu sınırlarında ise Cezayir ve Moritanya çevrelemektedir. Etnik bakımdan çoğunluğu Sahravi olarak bilinen yerli Berberi Amaziğ halkın oluşturduğu Batı Sahra bölgesinde sosyo-kültürel bakımdan Arap ve Müslüman kimlikleri ön plana çıkmaktadır. Ekonomik olarak, yerli halkın büyük çoğunluğu balıkçılıkla geçimini sağlarken, ülkede bulunan geniş fosfat yatakları uluslararası yatırımcıların bölgeye olan ilgisini artırmaktadır. Bölgenin bir kriz sahasına dönüşmesinin temelinde ise Batı Sahra’da yaşayan yerli halkın bağımsızlık talebi yatmaktadır.
Berlin Konferansı sonrasında İspanya, bölge üzerindeki hâkimiyetini hukuki bir yapıya dönüştürmüş, Afrika’daki sömürgecilik pastasından kendi payını almıştır. Ancak 1963 yılında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından “kendi kendini idare edemeyen topraklar” olarak ilan edilmesi, Batı Sahra bölgesine olan ilgiyi artırmış, konuyu uluslararası arenaya taşımıştır. Olayı takip eden süreçte BM, 1965 ve 1966 yıllarında İspanya’ya peş peşe iki kez “ulusların kendi kaderini tayin etme” (self-determination) ilkesine bağlı kalması yönünde uyarılarda bulunmuştur. Bu tarihe kadar geçen süredeyse ülke içindeki bağımsızlık hareketleri kendi içerisinde gelişerek belli bir olgunluğa ulaşmıştır. Özellikle 1972 yılında ülkenin doğusundaki Bukra (Bou Craa) şehrinde bulunan zengin fosfat yatakları bölgede hak iddia eden Fas, Moritanya ve İspanya’nın iştahını kabartmış olsa da sonradan Polisario Cephesi olarak ortaya çıkacak tam bağımsızlıkçı grubun alevlenmesine yol açmıştır. 1973 yılında kurulan Polisario, Sahravilerin bağımsızlık yolunda önce İspanya’ya ve sonrasında Fas’a karşı direnişin sembolü olarak algılanmaktadır.
Batı Sahra topraklarındaki anlaşmazlıkların Uluslararası Adalet Divanına taşınması sonrasında Fas Kralı II. Muhammed, 1975 yılının Kasım ayında “Yeşil Yürüyüş”ü başlatmış ve 350.000 Faslının, Batı Sahra topraklarına girmesinin önünü açmıştır. Uluslararası kamuoyunun yerli Sahravilerin lehine oluşmaya başladığı dönemde gelen bu hamle sonrasında İspanya üzerindeki baskılar artmış ve gerçekleşen yürüyüşten 1 hafta sonra Fas, Moritanya ve İspanya arasında Madrid Anlaşması imzalanmıştır. Yapılan anlaşmayla İspanya, Batı Sahra üzerindeki haklarından feragat etmiştir. Bu karar, bölgeyi ciddi bir kaosa sürüklemiştir. Bu gelişmenin ardından bölgenin üçte ikisini hâkimiyeti altına alan Fas, istediği amaca büyük oranda ulaşmıştır. 1976 tarihine kadar bölgede kâğıt üstünde varlığını koruyan İspanya, liderleri Franco’nun da ölümüyle bölgeden fiilî olarak tamamen çekilmiştir. Bu gelişmeler yaşanırken aynı yıl içerisinde Polisario Cephesi, Sahra Arap Demokratik Cumhuriyeti (SADR) devletini ilan etmiştir. Polisario’nun bu adımı kısmen de olsa stratejik çıkarları peşinde olan Moritanya’yı, sınırında yaşanan çatışmaların verdiği güvenlik kaygıları ve uluslararası kuruluşların yarattığı baskılar sebebiyle 1979 yılının Ağustos ayında krizin dışına itmiş, bölgede çift kutuplu bir meşruiyet savaşını ortaya çıkarmıştır. Moritanya’nın Polisario ile yaptığı barış anlaşmasından kısa bir süre sonra daha önceden Moritanya’ya ait olan toprakları ele geçiren Fas, 2700 kilometre uzunluğundaki “Fas Duvarı”nı inşa etmiştir. Diğer taraftan, kurulduğu günden itibaren bölgede self-determinasyon ilkesi bağlamında referandumu destekleyen Polisario, bu amaçla silahlı mücadeleye başladığını duyurmuştur. Sıcak çatışmaların yaşandığı ve kayıpların verildiği uzun bir dönemin ardından 29 Nisan 1991 yılında bölgede referandum uygulanması ve bu referandumda oy kullanacak kişilerin belirlenmesi adına, 690 sayılı BM kararıyla Batı Sahra’daki Referandum İçin Birleşmiş Milletler Misyonu (MINURSO) kurulmuştur.
İlerleyen süreçte BM Batı Sahra Özel Temsilcisi James Baker, taraflarla sürdürdüğü görüşmelerin sonucunda önce 2001 ve sonrasında 2003 yılında I ve II. Baker Planları’nı ileri sürmüştür. 2001 yılında öne sürülen ve Polisario Cephesi tarafından reddedilen plan, referandum yerine Sahravi topluluğun Fas yönetimi altında sınırlı özerkliğini esas alırken, 2003 yılındaki II. Baker Planı bağımsızlık, özerklik ve Fas’a tam entegrasyon olmak üzere üç farklı seçeneği kapsayan bir referandum oylamasını önermiştir. Baker öncülüğündeki yoğun diplomasi trafiğine rağmen Fas, II. Baker Planı’nı da reddederek krizi yeniden bir açmaza sürüklemiştir. Görüşmeler esnasında her iki tarafın da temel anlaşmazlık içinde olduğu konuların başında yapılacak referandumda oy kullanılacak kişilerin mahiyeti gelmektedir. 1991 yılında ilan edilen ateşkesin ardından Polisario, “Yeşil Yürüyüş” ile bölgeye giriş yapan Faslıların referandumda oy kullanmasını uygun bulmadığını belirtmiştir. Fas ise Cezayir sınırları içindeki Tindouf mülteci kampındaki Sahravilerin oy kullanmasının engellenmesini talep etmektedir. Bu keskin fikir ayrılıkları sonucunda Batı Sahra Özel Temsilcisi James Baker 2004 yılında görevinden istifa etmiştir.
Bu olumsuz atmosferde Fas tarafından 2007 senesinde BM’ye sunulan “sınırlı özerklik” planı bölge üzerindeki tartışmaların yeniden gün yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. Plana göre Sahraviler içte özerk bir yapı altında kendi kendilerini idare ederken savunma ve dış politika alanında Fas’a bağlı kalmaktadır. Özerklik planı, Polisario Cephesi’nin sert eleştirilerinin hedefi olmuş ve kabul edilmemiştir. İlerleyen yıllar içinde kriz belirsizliğini korumaya devam ederken Polisario ve Fas Ordusu arasındaki gerilim ivme kazanmıştır. Nitekim, 2016 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), yaşanan gerilime dâhil olarak sınır noktası olarak görülen Kerkerat’ı tampon bölge ilan ettiğini açıklamıştır. Bu tarihten itibaren görece azalan gerginlik ortamı 10 Aralık 2020’de önceki ABD Başkanı Donald Trump’ın Fas’ın Batı Sahra’daki egemenliğini tanımasıyla tekrar alevlenmiş ve bölgedeki şiddet ortamını yeniden alevlendirmiştir. Gelinen noktada, MINURSO’nun kuruluşu ve gelişimi krizin önemini algılamak adına yol göstericidir. Öyle ki BM’ye bağlı hareket eden kuruluş, görev süresini çok defa uzatmış ancak taraflarca üzerinde mutabık kalınan bir çözüm üretememiştir. Krize dâhil olduğu 1991 yılından beri MINURSO toplamda 12 defa görev süresini uzatmıştır.
Bu tarihsel altyapı ve kronoloji ışığında daha önce bahsedildiği gibi krizin uluslararası boyutu da oldukça önem arz etmektedir. Bu kapsamda, geçmişten günümüze pek çok aktör Batı Sahra bölgesine direkt ya da dolaylı olarak müdahil olmuştur. Farklı strateji ve yaklaşımlara sahip bu ülkeler içerisinde tabii ki İspanya, Fas, Moritanya ve Cezayir diğer aktörlere nazaran ön plana çıkmaktadır. Ancak gerek Fransa, Almanya ve İngiltere’nin başını çektiği Avrupalı devletler gerekse Rusya ve Çin gibi coğrafi bakımdan Batı Sahra’ya uzak devletler ekonomik, siyasi veya jeopolitik açıdan bölge üzerinde belli hedefleri olan aktörlerdir. Bununla beraber, hiç kuşkusuz BM’nin krize yönelik tavrı ve yaklaşımı da Batı Sahra sorununu etkileyen değişkenler arasında gösterilmektedir.
Bu çalışmanın amacı yukarıda belirtilen ülke ve kuruluşların Batı Sahra krizi olarak adlandırılan meseleye yaklaşımlarını analiz etmek ve bu bağlamda literatüre katkıda bulunmaktır. Çalışmada her biri farklı ajandaya sahip bölgesel ve uluslararası aktörlerin hangi argümanlara sahip oldukları ve krize ne şekilde yaklaştıkları ayrı ayrı değerlendirilecektir.