Rabbimize hamd olsun, yine güzel ve dopdolu bir dergi ile huzurlarınıza çıktık. Mîlâdî 2019 yılının son sayısında, 18. yılımızı tamamlarken muhtelif konularda, birbirinden güzel ve değerli yazılarla hayatınıza renk, gönül dünyanıza derinlik katmaya çalışıyoruz.
Aslında ana gündemimiz, kaybolan mahalle kültürümüz… Çok değil, yüz yıl içinde, hattâ belki otuz-kırk yıl zarfında bile pek çok güzel değerimizi, örf, âdet ve alışkanlığımızı kaybettik maalesef… Bir taraftan şehirlere “yığılma tarzındaki bir yerleşim modelimiz”, bir taraftan ne idüğü belirsiz “köksüz modernleşme ve eğreti batılılaşma hastalığımız” yüzünden bizi biz yapan pek çok değerimizi, kendi hoyrat ellerimizle yok ettik.
Gözümüzü açıp kapattık, bir de baktık ki, artık kapısını çalıp tuz-biber istediğimiz bir komşumuz yoktu. Hâlini hatırını soracağımız, çat-kapı merhaba diyeceğimiz, başımız sıkıştığında evlâdımızı gönül rahatlığı içinde teslim edeceğimiz bir komşumuz, sokağımız, mahallemiz kalmamıştı.
Onların yerine koca koca binalar, güvenlikli-havuzlu siteler, birbirine yabancı kapı komşuları vardı. O kadar güvenliydi ki şehirlerimiz, çocuklarımızı elinden tutup bizzat okula götürebiliyorduk maalesef… Kendi başlarına dışarıda oynayacakları bir sokakları, çamura batıp çıkarak kirlenebilecekleri bağları, bahçeleri, toprakları kalmamıştı. Hangi sebze ve meyvenin nerede yetiştiğini bilemeyecek kadar da tabiattan kopmuşlardı.
Onları kendi ellerimizle “hijyenik”, “korumalı”, “pür güvenli” odalarına hapsettik, susturmak ve meşgul etmek için ellerine lap top, telefon, tablet verdik. Rahat yemek yesinler, biz iş yaparken veya misafirlerimizle konuşurken ayaklarımıza dolanmasınlar diye televizyon-bilgisayar başına oturttuk.
Evet, kendimize “yeni bir dünya” kurduk. Ancak kurduğumuz bu dünya, geriye dönüp baktığımızda çok sanal, çok yalan çıktı. Artık evlatlarımız, sadece dünyayla değil, bizimle de arasına duvarlar ördü. Onlara ulaşmak için neredeyse telefonlarına veya mail adreslerine mesajlar gönderir olduk. Akrabalıklar, komşuluklar terk edildi. Sıla-i rahmi zaten unuttuk.
Bu anlatılanlar, aslında pek çoğumuzun her an yaşadığı ve “Nereden geldik bu hâle?” diye sorguladığı acı bir manzara… Söylediklerimizin eksiği yok, belki fazlası var. Elbette sadece kuru kuru dövünmek veya nostalji kabîlinden, “Nerede o eski günler?” demek için bunları yazmadık, söylemedik.
Derdimiz, tekrar insana dönmek! Tekrar dostumuza, akrabamıza, konu-komşumuza yüreğimizi açmak… Bizi biz yapan değerlerimize sahip çıkmak…
Kıymetli okuyucularımız; biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, bu sayımızda bir taraftan çocuklara, bir taraftan engellilere, bir taraftan yaşlılara sevgi, hürmet ve ilgiyi özendiren, gündem yapan yazılarımız var. Bir taraftan dünyayı, geçirdiğimiz günleri okumaya çalışan, doğumu ve ölümü, Allâh’ın kudret ve azametini terennüm eden yazılarımız var. Bir de Peygamber Efendimizin nübüvvetinin hâlâ devam ettiğini gösteren yaşanmış mucizeleri hatırlatan yazılarımız…
Kısacası Şebnem, ilk günkü aşk ve heyecanıyla devam ediyor. İnşâallah sizden aldığımız teşvik, takdir, tenkid, tashih, ilgi ve alâkalarla daha da güzel sayılar hazırlamak istiyoruz. Nice yıllar, bu hizmetimizin devam etmesi, nice gönüllerde yer bulması, nice yüzleri tebessümle buluşturması niyazımızla… Allâh’a emanet olunuz.