Muhterem Okuyucularımız
Bir ay, gündemi takip etmek için çok uzun bir müddet… Bir önceki sayımızdan bugüne kadar 30 Ekim 2020 tarihinde İzmir/Ege Denizi merkezli 6,6 şiddetinde yaklaşık 15 saniye süren bir deprem oldu. En son tespitlere göre; 115 kişi vefat etti, 1034 kişi yaralandı. Ölenlere Allah’tan rahmet ve mağfiret, yakınlarına sabr-ı cemil, yaralananlara da âcil şifalar diliyoruz.
Bir başka önemli gündem, Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron’un Fransa’daki dergilerde yayımlanan Peygamber Efendimize hakaret içerikli karikatürleri, “ifade ve düşünce özgürlüğü”nün bir gereği (!) olarak savunmasıydı. Daha önce de farklı açıklamalarında, Kur’ân-ı Kerîm’den duyduğu memnuniyetsizliği dile getirmiş, Kur’ân’a yeniden şekil vermek gerektiği şeklinde densiz beyanatlarda bulunmuştu. Açıkçası, ismini anmak zorunda kaldığımız şahıs ve temsil ettiği zihniyet; tarih boyunca karşımıza çıkanların ne ilkidir, ne de sonuncusu… Biz, işin, merhum Âkif’in diliyle:
“Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz!..” boyutundayız.
Bugün hâlâ İslâm ile Batı’nın kültür ve medeniyetini harman yapmaya çalışan gâfil, hâin ve nâdânların beyhude gayretlerini gördükçe, Batı’yı tanımak için Batılıların daha ne yapmaları gerektiğini sormak istiyoruz. Gayr-i müslimlere, onların kurduğu muhteşem (!) medeniyete sâfiyâne ve hatta ahmakça hayran hayran bakmayı bir mârifet görenlere, aslında o yaldızlı medeniyetin nasıl çürük temeller üzerine kurulduğunu; ne kadar kan, göz yaşı ve sömürüyle beslendiğini hatırlatmak lâzım… Tabi, anlayan çıkarsa…
Son olarak Azerbaycan-Ermenistan arasındaki mücadele ve Ermenilerin işgal ettiği topraklardan karış karış uzaklaştırılmaları, bütün dünyanın gözleri önünde cereyan ediyor. Bir taraf düşmanla mertçe savaş meydanlarında haklı davasını devam ettiriyor ve art arda fetihlerle ilerliyor. Diğeri ise, cepheyi terk ederken, sivilleri hedef alan, savaşta kullanılması yasak bombalar atıyor. Savaş hukukunu ve insan vicdanını yaralayan binbir türlü namertlik peşinde… Ancak dünyadan en küçük bir uyarı, kınama veya ceza almıyor. Bütün bunlar, Ermenilerin arkasındaki zihniyetin gerçek yüzünü görmek için başka bir tarihî vesika mâhiyetinde…
Elbette dergimizin asıl konusu, her gün değişen “gündemi” değerlendirmek değil. Ancak bizi içten içe sarsan bu hâdiselere, birkaç cümleyle de olsa değerlendirme yapmamak olmazdı. Bizim kalıcı gündemlerimiz var. Her biri, içimizi yakan…
Bu sayımızda internetin yaygınlaşması, evlere mahpus kalmamızın ve can sıkıntısının tabiî neticesi olarak sanal âlemde geçirdiğimiz sürenin uzamasını konu aldık. Sanki âlem “sanal”; orada söylenen sözler, yapılan işler; kontrolsüz, boşluğa atılıyormuş gibi… Ama iş öyle değil! Adı sanal da olsa, insanlar üzerindeki tesirleri ve amel defterlerinde kayıtları gerçek!.. İnsanın söylediği hiçbir şey boşlukta kalmıyor; paylaştığı hiçbir fotoğraf, girdiği hiçbir site yok olup gitmiyor. Yapılan yorumlar, beğeniler, eleştiriler; dünya plânında da saklanıyor, âhiret defterinde de… O yüzden ne yazdığımızı/paylaştığımızı, niçin yazdığımızı/ paylaştığımızı bir kere daha gözden geçirelim.
Meselenin bir de en büyük sermayemiz olan “zaman/ömür” ile ilgili tarafı var. İnternet üzerinde geçirdiğimiz saatlere/ömürlere âcil ve temel ihtiyaçlarımız için tekrar muhtaç olmayacak mıyız? Elimize telefonu aldığımızda, bir kere daha düşünelim; orada geçirdiğimiz vakitler, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına ne kadar uygun?
Rabbimiz, hepimize basiret, şuur, irade gücü ve takvâ ihsan eylesin. Âmin.