Muhterem Okuyucularımız;
Mevlid Kandili’nin bulunduğu bu ay, bizim Peygamber Efendimiz’i özel gündem yaptığımız aylardan bir tanesi… Bu sayımızda, Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîflerine ve Sünnet-i Seniyyesi’ne yapılan saldırıları konu edindik.
Müslüman yurdunda, İslâm’ın temel direklerinden birisi olan “Sünnet” ve “Hadis” konularına bu kadar rahatça ve hoyrat bir şekilde saldırılabilmesi, aslında, ne acı!
Bu, ilmî bir münakaşa değil! Bu, maksatlı ve hâince bir taarruz!.. İlmî müzâkere ve münakaşalar; ilim meclislerinde, ehlince ve usûlüyle yapılır. Ama herkese hitap eden medya organları vasıtasıyla, liyakatsiz insanların, edebsizce, yüksek reyting uğruna devirdikleri çamlar, sadece birer ağaç değildir!.. Aslında lif lif kopardıkları, kenarından köşesinden değil, düpedüz meydan okuyup saldırdıkları; Kur’ân ve Sünnet’tir, şerefli İslâm Dîni’dir.
Onlar meydanı boş bulunca, sesleri çok çıkınca, karşısında oturtulan kimseleri densizlik ve arsızlıklarıyla susturduklarında kendilerini “haklı”, söylediklerinin “gerçek” olduğunu düşünüyorlar herhâlde… On dört asırlık İslâm tarihinde, Kur’ân’ı ve İslâm’ı “doğru” anlayan, sadece kendileri… Onların dışındaki herkes cehâlet, ihanet ve dalâlet içinde… Onlara göre mezhepler, tarikatler, bütün İslâmî ilimlerde yetişmiş âlimler, yazdıkları bütün kitaplar; hepsi, hepsi boş!... Kimse Kur’ân’ı anlamamış, kimse İslâm’ı doğru yaşamamış.
Hattâ bu densizler, ashâb-ı kirâmı geçip Peygamber Efendimiz’in bile Kur’ân’ı doğru anlamadığını/anlatmadığını, dini/ibadetleri, başkalarından “devşirdiğini” iddia boyutuna geldiler.
Aslında kafasını, gönlünü; İslâm düşmanlarına satmış; “müslüman” kimliğinden uzaklaşmış, “ne dediğini, dediğinin nereye gittiğini” çok da dert etmeyen bu “zavallı” insanlara diyecek fazla bir şey yok! Onlar, “Kur’ân bize yeter!” diye başladıkları bu yolda, aklına/hesabına denk düşmeyen âyet ve sûreleri bile reddedecek boyutlara gelmişler.
Bizim derdimiz, onları “adam” ve “âlim” zannederek sözlerinden bir şey öğrenmeye, hak ve hakikat uğruna gayret gösteren samimi müslümanlara…
Bugün, evet, ormanlarımız yandı. Ciğerimiz de onlarla beraber tutuştu.
Bugün, evet, sel suları ve heyelanlar, birçok evi yok etti, birçok insanı yuttu.
Bugün, evet, dünya iklim değişikliği sebebiyle büyük kuraklıkların eşiğinde…
İnsanlık maddî ve mânevî birçok psikolojik hastalığın içinde kıvranıyor.
Böyle bir devirde karanlıklar içinde yol arayan, karnını az-çok doyurduğu hâlde gönlüne bir damla su bulamayan, kavrulan, kuruyan, kayıp giden bir insanlık var. Yitip giden bu kalabalıkların karşısına çıkacak, “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” diyecek ve onlara ihtiyaç duydukları kurtuluş yolunu gösterecek kimselere ihtiyaç var.
Âhirzamandayız. Her şey hızlandı ve hızlanmaya devam ediyor. Ömürler göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Kimsenin işinden-gücünden, ekranından, kendi gündelik derdinden başını kaldırıp sağa-sola bakacak hâli kalmadı.
Gelin, bir daha duralım, düşünelim. Îmanımızı, muhabbet ve irfanımızı tazeleyelim. Birilerinin uzaktan kontrolünde ve idaresinde olmaktan çıkıp Allâh’ın ipine sımsıkı sarılalım. Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye çerçevesinde tekrar hayat bulalım. Bu, aynı zamanda insanlığın da hayata yeniden dönüşü olacak!.