Muhterem Okuyucularımız;
Dünya çapında yaşanan salgın hastalık müddetince pek çok konu tekrar tekrar gündeme geldi. Hastalık nasıl başladı? Salgının başlayıp yayılmasında insanların hesaplı-kitaplı bir müdahalesi var mı? İnsan eliyle oluşturulmuş, birtakım art niyetlerle yaygınlaştırılmış ve dünyayı şekillendirmeye çalışan bir plan ve proje mi sözkonusu?
Komplo teorileri ve çeşitli iddiaları bir kenara bırakırsak, bugün milyonlarca insanı öldüren, iki milyarın üstünde insanın korunmak için aşı olduğu bir virüsle karşı karşıyayız.
Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi hakkında her ortamda dile getirilen tavsiyeler, tabiî/organik gıdalara dönüş, mesâi saatlerinde ve şekillerinde meydana gelen değişiklikler, insanların modern şehir hayatından kırsal hayata, köylere ve toprağa dönüşü… Siyaset, devlet, ekonomi, tıp ve sosyal hayatı baştan sona yeniden şekillendiren ve değiştiren bir devirden geçiyoruz. Ve korkarız ki, bu yaşadıklarımız henüz işin başlangıcı…
İşin psikolojik travma boyutları, ölüm korkusunun tetiklenmesi, aşırı hijyen hastalığının/alışkanlığının ortaya çıkması, sosyal ilişkilerin sıfırlanması, insanların yalnızlaşması da ciddi başka problemler…
İşte böyle bir dönemde, yaşadığımız problemlerimizin bir kısmına temas etmek istedik.
Bir müslümanın gönül dünyasında hastalığa ve hastalara bakışı ne olmalıdır? Hastalık ve ölüm, “alt edilecek düşmanlar” mıdır? Elimizden gelen tedbirleri aldıktan sonra başımıza gelen takdire, gönül huzuru ile nasıl teslim olacağız?
Allâh’ın tertemiz olarak yaratıp bize teslim ettiği bedenimizi, kâinâtı biz kendi ellerimizle ne hâle getirdik? Suyu, toprağı, havayı, insanı kirletmenin bir “bedeli” olmayacak mı?
Helâl nedir, haram ne? Bunları kim belirlemiştir? Bu sınırlara riâyet etmezsek başımıza neler gelebilir?
Kendisini her şeyin hâkimi kabul eden, her şeyi bilen, her şeyi tedavi eden “modern tıp” anlayışı, aslında ne kadar bilgi ve güç sahibidir? Allâh’ı devreden çıkarıp her şeyi laboratuvarda çözmeye çalışan insanlar, kendilerini nasıl konumlandırmaktadırlar? Modern tıbbın alternatifi var mıdır? Varsa ilmî değeri nedir?
Bu ve benzeri güncel soru ve konuların yanı sıra, Şebnem’in bu sayısında gönül telinizi titretecek başka yazılarımız da var. Peygamber Efendimiz’e duyulan hasreti en samimi duygularla ifade eden Nebî Muhammed Doğanay’ın yazısı, eğitimcinin gönül dünyasını gergef gibi işleyen muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi’nin devam eden röportajı… Zâhide Topcu’nun kaleminden “Helâl Lokma Hassasiyeti”…
Son sözlerimiz, Hazret-i İbrâhim’in Kur’ân’da zikredilen şu ifadeleri olsun:
“…Yalnız Âlemlerin Rabbi (benim dostumdur). Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O’dur. Beni yediren ve içeren O’dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur. Beni öldürecek ve sonra diriltecek olan O’dur. Cezâ günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O’dur. Rabbim, bana hikmet ver ve beni sâlihler arasına kat. Sonra gelenler arasında bana, iyilikle anılmayı nasip eyle. Beni nimeti bol (olan, Naîm) Cenneti’nin vârislerinden kıl.” (eş-Şuarâ, 77-85)
Lafı daha fazla uzatmayalım ve sizi yeni bir Şebnem ile başbaşa bırakalım. Gelecek sayımızda tekrar görüşünceye dek, Allâh’a emanet olunuz.