Bu hikâyede anlatılanlar, hayatın içinde olan gerçekler; çoğumuzun içinde yaşadğı veya yaşayacağı, kimimizin de yanından geçerken göremeyip ıskaladığı kareler.
Yazarken bazı bölümlerde hem ağladım, hem de kendi yazdıklarıma güldüm. “İnsan kendi yazdığına ağlar mı?” diyorum hikâyenin bir yerinde ama yaşadım ben bunu. Kendinizi hikâyenin kahramanlarının yerine koyarsanız inanın siz de benimle aynı duyguları paylaşacaksınız. Sizde bu aşkın içinde olmak isteyeceksiniz. Onlarla üzülecek ve onlarla sevineceksiniz.
Mutlu bir birlikteliğe başlayan Hakan ve Sibel hayatın onlara neler hazırladığından habersiz günlerini severek, birbirlerini özleyerek, gülüşerek geçirirlerken, gün geliyor saf acıyı ve çaresizliği tatmak zorunda kalıyorlar. Peki onlar gerçek sevginin önünde ölümden gayrı hiçbir engelin duramayacağını kanıtlayabilecekler mi? Güçleri yetecek mi buna, yoksa hayatın acımasızlığına yenilip soluksuz mu kalacaklar? Mutluluk gerçekten bir kol mesafesi kadar uzaklarında mı, yoksa onlar öyle mi sanıyorlar?
Ben sonunu biliyorum ama söylemem ☺
İyi seyirler,
Pardon iyi okumalar...