“Amerikan ulusu dehşet ve ardından da panik duygusuyla uyandı. Bütün gazetelerde, televizyonlarda ve radyolarda Washington Anıtı'nın nasıl yok edildiği anlatıyordu. Dünyanın her köşesindeki büyük kanalların haber muhabirleri ve kameralar, bu muazzam yıkımı göstermekteydi. Geniş bomba çukuru ve garip bir biçimde bükülerek kısmen iskelete dönmüş basamaklar televizyon kanallarında durmadan yayınlanmaktaydı. Kararmış molozlar büyük parçalar halinde Kongre Binası'nın arazisine dağılmıştı. Bir zamanlar bembeyaz olan Kongre Binası'nın kubbesi, yağmurun da yardımıyla devasa bir örümcek ağına benzeyen ve aşağı akan uzun, siyah çizgilerle kaplıydı. Büyük binaların kırık camları siyah plastik poşetlerle kaplanmış, binalar devasa bir dama tahtası görünümüne bürünmüştü.”
Yahudi asıllı Amerikalı bir Papa, genç ve tecrübesiz bir Cizvit papazı, tek çocuğunu uyuşturucu yüzünden kaybetmiş, Silahlı Hizmetler Komitesi başkanı olan Amerikalı bir senatör, Cizvit papazının dayısı olan Sicilyalı acımasız bir Mafya lideri, alkol ve uyuşturucu sorunu olan Kolombiyalı bir lobici … Bir araya gelmeleri neredeyse imkansız olan bu kişiler, insanlığın en büyük belası olan uyuşturucu sorununu çözmek için birlikte hareket etmeye karar vermişlerdi. Girdikleri bu tehlikeli yolda umulmadık kişi ve kurumlarla stratejik ortaklık yapmaktan başka çareleri olmayan bu insanların, mücadelelerini başarıya ulaştırmak için kendilerini ve ailelerini tehlikeye atmaktan başka çareleri yoktu. Uyuşturucuya karşı verecekleri savaşta Amerikan başkanı, DEA, FBI, CIA, NSA, Sicilya Mafyası, Amerikan Mafyası, Japon suç örgütü Yakuza, Kolombiya kartelleri, Rus Mafyası, Triad ve Tong örgütleri ve radikal Arap teröristlerle karşı karşıya kalacaklardı ve verecekleri bu mücadeleyi kazanabilmek için usta bir satranççı gibi hareket etmek zorundaydılar.
Birbirlerine zıt karakterleri zekice ve ustaca bir araya getiren Jonathan Cross, olağanüstü başarılı kurgusuyla geleceğin Dan Brown'u olmaya aday olduğunu tüm dünyaya ispat ediyor. Keyifli okumalar dileriz…